27 Nisan 2014 Pazar

Alper Canıgüz söyleşisi


26 Nisan 2014'te Cermodern'de gerçekleşen Alper Canıgüz söyleşisinden bazı satırbaşları:

Oğullar ve Rencide Ruhlar ile Cehennem Çiçeği arasındaki dokuz yılın uzun olduğunun farkındayım.

Şu an “Kan ve Gül” ismindeki kitabımı yazıyorum. Önce e-kitap olarak yayımlanacak, sanırım 5-6 aya kitabı bitirmiş olurum.

Hayatımda kitap yarışmalarına hiç katılmadım. Sadece bir kere bir yarışma görmüştüm; 13-14 yaşlarında, ödülü 65.000 liraydı. O zamanlarda da bir converse beğenmiştim, fiyatı 64.000 lira. O converse’i alabilmek için yarışmaya katıldım, kazandım ve ayakkabıyı aldım.

İnteraktif veya çizgi-roman türü bir şey yapabileceğimi sanmıyorum. Bana göre kitabın başı ve sonu belli olmalı. Bir tasarım ürünü olmalı kitap. ‘Kitabın sonunu okura bırakalım veya şimdi şu sayfaya git’ türünden bir roman yazacağımı düşünmüyorum.

Oğullar ve Rencide Ruhlar’ı yazmadan önce kafamda Alper Kamu karakteri oluştu. Bu karakter üzerine çalışıp hikayeyi oluşturdum. İlk kitabı yazarken, ikincisinin hikayesi kafamda oluşmuştu.

Oğullar ve Rencide Ruhlar 2004’te, Cehennem Çiçeği 2013’te yayımlandı. Bu iki kitap arasında da Gizli Ajans (2008) yayımlandı. Bir polisiye yazar veya seri yazarı olarak tanımlanmak istemediğinden, bilinçli olarak arka arkaya devam kitabı çıkarmak istemedim. İlk iki kitap arasındaki dokuz yıl çok uzun, farkındayım. Kan ve Gül’den sonra serinin üçüncü kitabı da çıkacak.


Seslenen kitap projesi için yayınevim ile görüşüyorlar. Cehennem Çiçeği için bir görüşme olduğunu biliyorum, anlaşılırsa kitabın seslendirmesi yapılacak.


Oğullar ve Rencide Ruhlar ile Cehennem Çiçeği’nin ikisinin de 204 sayfa olması illuminati J

Bir şeyler yazmaya resim dersinden sonra karar verdim. Herkese ressam olacağım diyordum, hocamız içimdeki bütün şevki kırınca, ressam olmaktan vazgeçtim. Bazen eski arkadaşlarla karşılaşınca, hani sen ressam olacaktın diye soruyorlar hala.

Türkçe öğretmenimiz de yazdığım bir yazıdan sonra beni yanına çağırıp bunu gerçekten benim yazıp yazmadığımı, bir yerlerden mi alıntı yaptığımı sordu. Sonra bana kitaplar vererek beni teşvik etti ve böyle yazmaya başladım.

İlk kitabımı yazmayı bitirdikten sonra aklımda üç-dört yayınevi vardı. Bunlara gönderecektim, beğenmezlerse yazarlık hikayesinden vazgeçecektim. Bu yayınevlerine gönderdim ve İletişim olumlu olarak geri döndü. İletişim bu konuda daha profosyonel. Diğerlerinin okumadığına eminimJ İletişim’le görüşmemizde bana, çok satan bir yazar olmayacağımı, çok okunan, kitapları çok basılan, çok para kazanan biri olmayacağımı ama bunu kafama takmamam gerektiğini söyledilerJ

Alper Kamu ve babasının ilişkisi, belki benim görmek istediğim, belki göremediğim, belki gördüğüm  ilişki. Babamı küçükken kaybettim, ben küçükken hep bana hikayeler anlatırdı, güzel adamdı.

Çocukken herkes divanın veya yatağının altına saklanmıştır. Alper Kamu’nun yaptığı da o. Oğullar ve Rencide Ruhlar’ın ilk basımının kapağındaki leğende de, Alper Kamu’nun divanın altında saklandığı leğene bir gönderme var.

Kitaplar için dizi ve sinema projesi geliyor. Bir şekilde olmadı şu ana kadar. Alper Kamu karakterlerinin olacağını sanmıyorum, sinema olabilecek en yakın kitabım Gizli Ajans.

Boğaziçi Psikoloji’yi bitirdikten sonra mesleğimi hiç yapmadım. Sadece askerde, psikoloji bitirdim diye zorla yaptırmışlardı. Alanım klinik psikoloji değildi ama sormadılar zatenJ

NTV Tarih yeni adıyla Yaşayan Tarih olarak yayımlanmaya başlayacak. Orda yazmaya başlayacağım. Kurgusal tarih yazacağım, tarihçi değilim, bu konuda bilgim birikimim yok. İstesem de yazamam zaten, İlber Oltaylı falan yazacak dergide J

Sürekli ve düzenli takip edip okuduğum bir dergi yok. OT’ta yazmıyorum, yazmayacağım.

Kitabı yazarken bir anda yukardan ilham gelmiyor. Üzerine ciddi mesai harcayıp çalışmak gerekiyor.
 

 

15 Nisan 2014 Salı

Alper Canıgüz: Oğullar ve Rencide Ruhlar

Alper Canıgüz, yarattığı Alper Kamu karakterinin nasıl ortaya çıktığını yazdı dün afili filintalarda. (http://www.afilifilintalar.com/intihar) Yazıyı okurken, gözümün önünden Oğullar ve Rencide Ruhlar ve Alper Kamu - Cehennem Çiçeği geçti. Kitapları okuyalı çok uzun zaman oldu ama hala tadı damağımda. Hayatımda okuduğum en iyi kitaplar listesi yapsam çok rahat ilk 10’a girecek kitaplar. Ben  Cehennem Çiçeği’ni daha çok beğenmiştim. Belki devam kitabı olduğundan, ilkinin yerini tutmayacağını düşünüp beklentimi düşürmüş olarak kitabı beklediğimden olabilir ama Cehennem Çiçeği mükemmel bir kitaptı. İlklerin yeri unutulmaz derler, Alper Kamu karakteriyle tanıştığımız Oğullar ve Rencide Ruhlar da şahaneydi. Oğullar ve Rencide Ruhlar benim Alper Canıgüz ile tanışmamı sağlayan kitap. Önden Oğullar ve Rencide Ruhlar’ın güzel sözlerini verelim, başka bir zaman uzun uzun Cehennem Çiçeği’ni de yazarız.

*Beş yaş insanın en olgun çağıdır. Sonra çürüme başlar…
*İnsan yüreği bir sarkaç gibidir işte böyle. İstediği noktaya ulaştığı anda tüm hızıyla tam tersi tarafa kaymaya başlar.
*İnsanlara daha az tahammül edebilir bir ruh hali taşıdığımdan pek dışarı çıkmıyordum.
*Her neyse; hayat her durumda sonu kötü biten bir hikaye değil midir zaten?
*Gerçek acı sessizdir. Bir huzurevi gibi…
*Hiçbir şey, hiçbir zaman daha iyiye gitmezdi. Sadece insan için daha rafine sarhoşluk yöntemleri geliştirmek mümkün olabilirdi.
* "Rahat bıraksanıza lan adamı." diye bağırdım. Kansız celal bana şöyle bir bakıp, "Sana ne lan. Avukatı mısın?" diye cırladı. "Doğru bildiğim şeyi söylemek için kimseden para almam gerekmez."

9 Nisan 2014 Çarşamba

Futbol asla sadece futbol değildir

Anne, görme engelli oğlunu maça getirip 90 dakika boyunca maçı anlatıyor. Futbol asla sadece futbol değildir.


Kapitalizm > Sosyalizm + Romantizm

No al carcio moderno! Yıl olmuş 2014, hala ‘endüstriyel futbola hayır’ safsataları dönmeye devam ediyor. Neymiş efendim, nerde o eski statlar, eski tribünler, eski yöneticiler. En başta gerçekle yüzleşmek lazım, artık o eski hayat yok. Nasıl eskiden kimse cep telefonu kullanmıyorken şimdi cep telefonu olmadan yaşayamıyorsa, Nisan 2014’te de endüstriyel futbola karşıyız cümlelerini kurmayacaksınız.

Giriş paragrafından endüstriyel futbolu desteklediğim ortaya çıkmasın, ben de paranın bu kadar futbolun içine girmesine karşıyım ama gerçek bu. Basit örneklerle açıklarsak, şu an paraya en karşı gibi görünen kulüpler Dortmund ve Arsenal olarak gözüküyor top level kulüpler arasında. Arsenal’le ilgili bilgisi olmayan insanların söylediği iki laftan biri Wenger çocuk yetiştiriyor-para harcamıyor diğeri de takıma iyi-güzel futbol oynatıyor- adam endüstriyel futbola karşı. Bu iki cümlenin de yüzde yüz yanlış olduğunu, bu durumu iyi bilenler biliyor. Wenger’in para harcamamasının tek nedeni Arsenal’in yeni stada taşınacak olmasıydı. Yeni stad dediğimiz şey de sizin endüstriyel futbol dediğiniz oluşumun yapı taşı. Futbolun içine bolca para girecek, büyük oyuncular alınacak, büyük stadlar yapılacak, o büyük oyuncuları büyük stadlarda izlemeye gelenlere büyük paralarla alışveriş yaptırılıp büyük paralara maç izlettirilecek. Wenger’i kişisel olarak sevebilirsiniz ki ben de çok severim orası ayrı ama şu an en pahalı maç biletini Arsenal satıyor. Dortmund örneği deseniz keza öyle. Klopp belki diğer takımlara göre daha az bir bütçeyle büyük işler başarıyor, belki taraftarları diğer kulüplerin taraftarları gibi kendini müşteri gibi görmüyor, daha bağlı kulüplerine ama bu endüstriyel futbolun dünya futbolunun içinde olduğu gerçeği değiştirmiyor.

Dünyanın belki de gelmiş geçmiş en iyi takımı denilen Barcelona’nın; Real Madrid’le kıyaslandığında hep La Masia örneği verilip hep kendi altyapısından ilerliyor denilen Barcelona’nın, son yıllarda neler yaptığına bakalım. Bu sene başında yaptığı en büyük transfer Neymar. Fiyatı 50 M£. 2012-103 sezonunda aldığı Alex Song ve Jordi Alba’ya verdiği para yaklaşık olarak 30 M £. 2011-2012 sezonunda aldığı Cesc ve Alexis Sanchez’e verdiği para yaklaşık 55 M £. Bir önceki sezonda David Villa ve Mascherano’ya yine 55 M £’ya yakın para verdi. Zlatan İbrahimovic’i almak için Eto’o ve 60 M £ verildi. Sonuç olarak kulüp başarılı mı başarılı ama ‘endüstriyel futbola karşılar’ önermesi yine yanlış çıkıyor.

Şu an İngiltere Premier ligde lider durumda bulunan, geçmişinden dolayı çoğu kişinin sempati beslediği Liverpool şampiyonluğa yürüyor. Bence Chelsea veya Man City’yi geçemeyecekler ama konumuz bu değil. İnsanların Liverpool’un şampiyon olmasını istemelerinin bir nedeni de Arap ve Rus sermayesine karşı olmalarıymış. Abramovic Chelsea’yi aldı kabul, Arap sermayesi Man City’yi FM oynar gibi yönetti yıllarca kabul ama Liverpool’un da Amerikalılara satıldığı gerçeği neden göz ardı ediliyor. Tıpkı Manchester United gibi. Belki diğerleri gibi fazla para harcamıyor olabilirler ama onlar da bu çarkın içinde. “Pisliğin içine bulaştıktan sonra biraz bulaşmanla çok bulaşman arasında fark yok”.

Bugün, olay öyle bir noktaya geldi ki taraftarlar sahte/çakma forma alıyorlar diye hor görülüyor. Her ürünün orjinalini almaları isteniyor. Asgari ücret alan adamdan 120 liraya kulübünün orijinal formasını almasını, 100 liraya statta maç izlemesini istiyor bu düzen. Gerçek bu. Bunu kabul etmek lazım. Zamanında stadın önünde bir gece önceden yatardık, bilet kuyruğuna girerdik hikayeleri artık sona erdi. Şimdi kulübünüzün kendi kredi kartını çıkarıyorsunuz, kredi kartınızdan bileti alıyorsunuz, maç öncesi alışverişinizi yapıp stadın içerisinde yemeğinizi yiyorsunuz, maçınızı izleyip evinize dönüyorsunuz. Hatta o kadar ki stadlarda sex bile yapabiliyorsunuz. Geçen sene Arena’da gördük bunu da.

 Gerçeği kabullenmek lazım. Gerçek bu. Kapitalizm. Stadlarda, sokaklarda her yerde. Biz buna karşıyız demeniz size en fazla arkadaş ortamlarında romantik futbol yorumları yaptırır ki artık Bağış Erten cümleleri kurarak bu yorumları yapabilirsiniz.

Bu yazıyı niye yazdım oraya gelelim. Haftasonu oynanan maçta Selçuk İnan’ın oyundan çıkarken verdiği tepki üzerinden ultraslan tartışıldı ve ‘keşke yürüyedur geri dönse yaa’ naraları atılmaya başlandı. Ultraslanın ne olduğunu zaten iyi biliyorum, oraya girmeyeceğim ama yürüyedur diye bir oluşum yok artık. Zamanında güzel işler yapmışlar, güzel insanlarmış eyvallah ama onlar da gerçeğe yenik düşüp kaybettiler. Güçlü olana kaybettiler. Güçlü olan gelip dövdürttü, kovdu onları. Hayatın en basit kuralıdır. Güçlü olan her zaman kazanır. Dünyada da güç kapitalizmdir, paradır. Bu gerçeği kabullenin artık.

7 Nisan 2014 Pazartesi

Passion? Desire?

Laboral - Fenerbahçe Ülker maçının özeti:
Zeljko Obradovic, Laboral maçında fark 16 sayıya çıktıktan sonra aldığı molada takımla konuşuyor.  “You fight for what? You fight for what?? Shame on you! Shame on you!”http://tinypic.com/player.php?v=nnrwna&s=8#.Uz27RK1_u4I …
Maçın bitmesine 2,5 dakika kala skor 92-64 Laboral lehineyken, Zoc bilerek mola alıyor. Ruhsuz ve isteksiz oynamaya devam eden oyuncularına molada sesleniyor. “ Bravo, böyle oynamaya devam edin”

1 Nisan 2014 Salı

Ya gol olursa

                                                     

Şu an içinde bulunduğumuz durumu en iyi tarif eden tweeti gördüm dün twitterda (Tweetin sahibini, kaynağını hatırlamıyorum, kusura bakmasın). 30 Mart 2014 seçim gününden itibaren, Ankara özelinde Türkiye genelinde olan olayları en iyi anlatan söz: “Şu an şampiyonluk maçında deplasman tribünündeymiş gibiyiz.” Hakikaten böyle durum. Deplasmandayız, ev sahibi takımın hem seyirci, hem oyuncu hem de hakem-federasyon desteği var arkasında. Tribündeki sesimiz takımı ateşledi. Ankara’da golü atmak için uğraşıyoruz. Bu kadar haksızlığa karşı o kadar mücadele verdik, bastırıyoruz da umarım o golü atarız.