Ülke
ülke değil ‘freak show’. Merakla beklenen seçim, AKP’nin ezici üstünlüğüyle
sona erdi. Kim kazandı, kim kaybetti, kim hakketti tartışmaları bir kenarda dursun,
dün bütün gün yaşananlar neden üçüncü sınıf bir ülke olduğumuzu bize bir kez
daha hatırlattı.
Seçimden
önce ana muhalefet partisi başkanı Kılıçdaroğlu, “Elektrikler kesilirse, sandık
başından ayrılmayın, gerekirse sandığın üstüne çıkıp bekleyin” dediğinde herkes
dalga geçmişti. Dün maalesef dalga geçilen durum gerçekleşti. 41 ilde
elektrikler kesildi. Ülkede 41 ilde elektrikler kesikken, enerji bakanı seçim
zaferi konuşması yaptı. Sonuçları veren haber ajansının neler yaptığını gördük
dün gece. Doğuda polis, müşahitlerle tartıştı, okula gaz bombası attı, sandıkları
devirdi. Ülke genelinde 1500 tane tutanak tutuldu. Tekrar yazıyorum 1500. Bazı
okulların kapıları içerden kilitlendi, muhalefet partilerinin temsilcileri
içeri alınmadı. Okul tuvaletlerinden dolu oy pusulaları da çıktı yanmış oy
pusulaları da. Gece Ankara’da olanlar ise olaylara son kurşunu attı. Ankara’daki
olaylar tek kelimeyle skandal. Melih Gökçek’in bakanlarla, polislerle beraber
YSK’yı basmasının açıklaması yok.
CHP
daha iyi bir politika izleyebilirdi, HDP-CHP birleşebilirdi, Sırrı Süreyya ile
Levent Kırca keşke seçime girmeyip oyları bölmeseydi ve daha bunun gibi bir
sürü önermenin boşa olduğunu gördük dün.
İktidar partisi o kadar güçlü ki neyi isterse yapıyor. Ankara ve İstanbul’da
AKP’nin seçimi kaybetme ihtimali olmadığını dün bir kez daha gördük.
Bugün
CHP, genel merkezinde tutanakları toplayıp itiraz dilekçeleri hazırlayacakmış.
Ülkenin son geldiği durum bu. CHP o dilekçeleri nereye gönderecek? O
dilekçeleri kim inceleyecek? Kimi kime şikayet edeceksiniz? Yargı kimin elinde?
Medya kimin elinde?
Bizimde
elimizden sadece oy vermek geliyor. Bütün gece oturup twitterdan yazılanları
görüyoruz, küfrediyoruz, nasıl olur diyoruz ama oluyor. Bir şekilde oluyor.
Kabul etmek gerekir ki maalesef ‘çok güçlüler.’ Ülke iyice kontrolden çıkmış
durumda, sanırım ülkeyi en doğru tabir
eden kelime freak show.
Arsenal'in bu sezonki büyük maç tablosu. İçerde kazandığımız Liverpool maçlarını yazmadım (lig+kupa) çünkü o maçlarda da doğru düzgün top oynamadık. Sezonun son büyük maçı içerde Manchester City ile. İki ay önce şampiyonluk hesapları yapılırken, şu an dördüncü sıradayız. Maksimum üçünçülükle biticek bu sezon. Sezonun geri kalanında lig için taraftarın ilgisini çekebilecek tek maç. Loser sıfatını üstümüzden atmak için de iyi bir mesaj olabilir. City'nin ve bizim form durumları düşünüldüğünde tehlikeli sonuçlar da çıkabilir. Kazanması zor ama insan gerçekten hayal ediyor.
Manchester United, Premier ligde 31 hafta sonunda,
lider Chelsea'nin 18 puan gerisinde 7. sırada. Mucizeyi gerçekleştiremezlerse
ki gerçekleştiremezler, önümüzdeki sezon şampiyonlar liginde oynayamayacaklar.
David Moyes'in Manchester United'da başardıkları;
Premier lig tarihinde en çok mağlubiyet aldığı
sezon: 10
12 yıl sonra evinde en çok yenildiği sezon: 6
ilk 9'daki takımlara karşı oynadığı 13 maçta
aldığı galibiyet sayısı: 1
Manchester City ve Liverpool'a içerde
ve dışarda yenildiği tek sezon
İlk dokuzdaki takımlardan sadece birini yendi
Manchester United. Maalesef kim olduğunu iyi biliyorum.
Dün gece
gördüm düşümde
Seni özledim anne
Elin yine ellerimde
Gözlerin ağlamaklı
Gözyaşlarını sildim anne
Camlar düştü yerlere
Elim elim kan içinde
Yanıma gel yanıma anne
İki yanımda iki polis
Ellerim kelepçede
Beni bul beni bul anne
Dün gece gördüm düşümde
Seni özledim anne
Gözlerinden akan bendim
Düştüm göğsüne
Söyle canın yandı mı anne
Camlar düştü yerlere
Elim elim kan içinde
Yanıma gel yanıma anne
İki yanımda iki polis
Ellerim kelepçede
Beni bul beni bul anne
Çok
sinirliydi, kimse Galatasaray’dan büyük değildir.
Ünal
Aysal zaten yeniden seçime gittiğinde, Ali Dürüst’ü, A.Albayrak’ı
gönderdiğinde, belliydi tek adamlığa gideceği.
Fatih
Terim’in hiç mi suçu yok?
Yıldırım
Demirören’in yanına nasıl gidebilir? Nasıl onla poz verebilir?
Galatasaray’ın
başındayken nasıl kabul etti Milli Takım’ı?
Geçen
sene küfrettiği federasyonla, Yıldırım Demirören’le nasıl ortak basın toplantısı
yapabilir?
Bu
transferleri Fatih Terim mi istedi yönetim mi yaptı?
Profesyonellik,
kurumsallık getireceğiz.
Fatih
Terim’e maaşlı bir eleman denir mi?
ROK’a
o mesajları kim ulaştırdı?
Fatih
Terim nasıl başkanın telefonunu açmaz?
Kimse
Galatasaray’dan büyük değildir.
Ünal
Aysal liseli mi?
***
Türkiye
liginde son iki yılın şampiyonu, geçen senenin şampiyonlar liginde çeyrek
finalisti takımı bir anda al aşağı ettiler. Kim haklı kim haksız kavgası bir
yanadursun, olan yine taraftara oldu. Fenerbahçe taraftarından ‘Mayıslar sizin
olsun Nisan bizim’ diye taşşak geçilecek kıvama geldik. Bu hale gelmemizde emeği
geçenleri her yerinden öpüyorum.
Hidayet
Türkoğlu Milli takımı bıraktığını açıkladı. Yıllarca formasını giyip,
kaptanlığını yaptığı formayı gençlere bırakmanın zamanı geldiğine inandığı
için, artık formayı giymeyecekmiş.
Hidayet’in
kariyerine bakarsak, fiziği sayesinde bütün pozisyonlarda oynayabiliyordu, 5
numara hariç bütün pozisyonlarda oynadı. Oyun zekası ve fiziği, henüz 20
yaşında milli takımın çeyrek final oynama
başarısı gösterdiği kadrosunda yer almasını sağladı. 2000’de Efes Final-Four
yaparken, takımın önemli oyuncularından biriydi.
NBA’de
16.sıradan Sacramento tarafından seçildi, takım arkadaşları ve seyirci
tarafından hep sevildi. Peja-Divac’la arkadaşlığı, Avrupalılıkları o zamanlar
hep göz önünde olmasını sağladı. Lakers’a takılmasalar NBA’e damga vuracak
takım olan Kings’in hep önemli bir parçası oldu. Sonraki sezon All-Star’da çaylaklar-ikinci yılını geçirenler
maçında yer aldı. Kings’le yine playoffta elendiler.
2003
yılında ise Spurs’e takas oldu. Makus talihini yine yenemedi ve yine Lakers’a
elendiler.
2004
yılında Orlando’ya takas oldu. 2009-2010 sezonunda Toronto’ya takas olana kadar
Orlando Magic için mücadele etti. NBA kariyerinin en başarılı yıllarını burada
geçirdi.Bireysel istatistikleri arttı,
takımın bütünleştirici oyuncusu oldu, MIP ödülünü kazandı, asistleri için NBA
Action’da top 10 yapılacak bir oyuncuya dönüştü, NBA finali oynadı.
Şampiyonluğu yine alamadı, yine Lakers’a kaybettiler ama başarılı
performansıyla o dönem NBA’in en gözde oyuncularından birine dönüştü.
Finallerin ilk maçında Kobe’ye yaptığı blok sonrası, saliseler kala attığı pası
Courtney Lee eğer bitirmeyi başarabilseydi, kariyeri bambaşka bir yere
gidebilirdi. Finallerden sonra kulübüyle anlaşamayan “Hedo”, baya’ hareketli
geçirdiği yaz sezonunun ardından Toronto’ya gitti. Howard’la yakaladıkları
uyumu, Chris Bosh’la da yakalayacağını düşünmüşlerdi ama öyle olmadı. Sonraki
sezon Phoenix’e giden Hidayet, dört numara pozisyonunda oynatıldı ve hiç uyum
sağlayamadığı takımından kürkçü dükkanı Orlando’ya geri döndü. Orlando’da da
bir türlü eski günlerine dönemeyen Türkoğlu, kulübü sözleşmesini feshettikten
sonra, son külübü olan Clippers’la birkaç ay önce sözleşme imzaladı. Kariyerini
hala burada devam ettiriyor.
***
A
Milli Takım kariyeri için harika bir başlangıç yapmıştı Hidayet Türkoğlu. 99
Fransa’da çok iyi işler yaptı. Ülkede basketbol sevgisinin artmasına sebep
olan, 2001’de ev sahibi olduğumuz turnuvada takımın ana oyuncularından biriydi
ve Almanya maçında hem normal sürenin son topunu hem de uzatmanın son topunu
sayıya çevirerek Türkiye’nin finale çıkmasını sağladı. Hem Hidayet için hem
Türkiye milli takımı için Tanjevic’in takımın başına gelmesi bütün gidişatı
değiştirecekti. Eski kafasından hiç vazgeçmeyen, Fenerbahçe-milli
takım-federasyon-siyaset döngüsünde hep hatalı kararlar veren Tanjevic
önderliğindeki bu süreçte milli takımın tek başarısı yine ev sahibi olduğumuzu
2010 Dünya ikinciliği. Takımı 2010’a hazırlıyorum saçmalığının arkasını
sığındığı yıllarda, 2000’lerin en iyi jenerasyonuna sahip ülkesine bir türlü
başarı getiremeyen Tanjevic’le beraber hiçbir milli başarı yakalayamadı.
Ülkenin yönetim şekli olarak tek adamlığa evrildiği yıllarda, basketbol
federasyonu da milli takım heyeti de Hidayet de tek adamlığına evrildi. NBA’deki
oyuncuların milli takıma gelmemesi üzerinden anlamsız milliyetçilik
tartışmaları yapıldığında, yaşlı diye milli takıma alınmayan Tunçeri zamanında,
(Kerem Tunçeri’nin Real Madrid’le Avrupa kupası aldığı sezon, daha sonra zaten
tekrar milli takıma çağrıldı.) takıma abilik yapacağına kukla olmayı tercih
etti. Türkoğlu için dönüm noktası ise 2010 yılıydı. Orlando’da final oynayıp
büyük sükse yaptıktan sonra, Portland’la görüşmeler yapmış, şehri gezmiş,
medyaya Portland’la anlaşma yapılacağı izlenimi verildikten sonra, Toronto’yla
anlaşma imzalamıştı. O süreçten sonra da para için Toronto’ya gitti, kontrat
sezonu oyuncusu sıfatlarını üstünden atamadı. O yıl Türkiye’de yapılan dünya
şampiyonasında, kazanılan maç sonrası hep akıllarda kalacak “maddi-manevi”
sözünü kullanarak, milli takımın alacağı prim tartışmalarını başlattı.
Şampiyonadan sonra verilen primin nasıl dağıtıldığı konusunda hala tek bir
açıklama yok. 12 Eylül’e denk gelen referandum gününde, final maçında çok
sevdiği başbakanın sahaya çıkmasını ıslıklayan seyircileri susturmaya çalıştı.
Siyasetle arasındaki çizgiyi yok saydı ve hep o çizgi üzerinden yürümeye
çalıştı. Hep de para kazandı. Portland’a gitseydi belki daha az para
kazanacaktı ama o Toronto’yu seçti, başbakan olmasaydı belki bu kadar prim alamayacaktı.
Bireysel olarak başarılara doymuş olabilirdi, daha
fazla parayı tercih etmesinin, iktidar yakınlığının illaki bir açıklaması
olabilirdi. Nasıl olsa elinde Fenerbahçe ve Türkiye kozu var, ülkeye geri döndüğümde
param garanti diye NBA’daki son yıllarını tatil havasında geçirmesinin
açıklaması olabilirdi. Doping skandalına karışmasının bir açıklaması olabilirdi.
Milli takımda başarısız geçen turnuvalar sonrası milliyetçi naralar
atmasınınbir açıklaması olabilirdi ama
bambaşka bir hayatı da olabilirdi. Herkesin takdirle ve merakla izlediği
dizinin finali daha iyi olabilirdi. Harika başladığı basketbol kariyerini, çok
daha iyi bitirebilirdi. O bunu tercih etmedi, kişisel tercihidir ama maalesef
bu son yıllarda yaptıklarıyla hatırlanacak.
İnsanlar
yetenekleriyle bir yere gelirler, karakterleriyle orada kalırlar. İnsan böyle
yetenekli bir oyuncuyu görünce, daha iyi bir son olabileceğini düşünüyor.
21
Mart 2014. Bayern Münih’le bu sezonki dördüncü maçımız. En önemlisi belki de.
Kuban galibiyetinin üstüne, bu maçı almamız hatta yakalayabildiğimiz kadar fark
yakalamamız lazım üçlü averaj için. Kuban maçında Arroyo’nun yanına Markoishvili
çıkmıştı skorer olarak. Bu maçta da yine dengeli oynayıp, Arroyo’nun yanına en
az bir skorer daha çıkarmamız gerekiyor. Umarım yine galibiyeti alırız.
40
dakikalık bir basketbol maçında herhangi bir takım maçı kaç top kaybı ile
bitirebilir? 40 dakikalık bir basketbol maçında,herhangi bir takım CSKA karşısında maçı kaç
top kaybı ile bitirebilir?
Real
Madrid, dün Euroleague rekoru kırarak maçı 2 top kaybı yaparak bitirdi. 3000’ü
aşkın maçın oynandığı Euroleague tarihinde bu bir rekor. Bundan önce maçı 3 top
kaybı ile bitirmeyi başarabilen dört takım var. 2001 Efes, 2007 CSKA, geçen
sezon Olympiacos ve bu sezon Galatasaray.
Grup
birinciliği için hayati önem taşıyan maçta, Real Madrid CSKA’yı 93-79 mağlup
etti. İlk üç çeyreği sıfır top kaybı ile bitirdiler. Maçtaki iki top kaybı da Sergio
Rodriguez tarafından son periyodun ilk 3 dakikasında yapıldı. Maçın son 7
dakikasını da yine top kaybı yaşamadan bitirdiler.
Rakiplerine
maç başına 69.5 sayı izni veren, rakiplerini maç başına 13.4 top kaybına
zorlayan CSKA savunması karşısında 93 sayı ve sadece 2 top kaybı. Hakikaten
inanılmaz.
Heralde
uzun zamandır hiçbir maçı bu maçı beklediğim kadar beklememişimdir. Maçın
hikayesi o kadar Obradoviç’in dönüşü üzerine kuruldu ki kimse maçın top 8 için
önemini hatırlamıyor bile. Gerçekten inanılmaz. Obradovic etkisi bu olsa gerek.
Giannakopoulos kardeşlerden Dimitris'de bu duygusal ortamı kullanmak istiyor. Dün yaptığı açıklamada, maçın devre arasında Obradoviç’i onurlandıracaklarını
söyledi. Buna ek olarak, “Zoc’u başka bir takımın başında görmek kötü bir şaka
gibi, Real Madrid’den daha çok Euroleague şampiyonluğu kazanmak için,
hedeflerimize ulaşmak için, mümkün olan en kısa sürede evine geri dönmeli ve
sonsuza kadar burada kalmalı” dedi. Keşke ayrılırken düşünseydin be bunları.
Geri dön demek için artık çok geç.
9 Ağustos 2012'de yazmışım bu yazıyı. Obradovic'in Pao'yu bıraktığını açıkladıktan sonra. Bugün, yaklaşık 1,5 yıl sonra Obradovic OAKA'ya geri dönüyor. Always in our hearts..
Olmasaydı Sonumuz Böyle
09.08.2012
Nick Calathes, Romain
Sato, Mike Batiste, Kostas Kaimakoglou, Stratos Perperoglou, Drew Nicholas, Antonis
Fotsis, Aleks Maric, Ian Vougioukas. Bu isimleri sporla, basketbolla ilgili
herkes hayatında bir çok kez duymuştur. Çok da uzağa gitmeye gerek yok.
Takvim 8 Mayıs
2011’i gösterdiğinde; basketbolda Avrupa’nın en büyüğü olan Panathinaikos’un o
gün süre alan 11 oyuncusundan 9’u bu isimlerdi. Barcelona’da oynanan final
maçında Panathinaikos’la kupayı kazanan bu 9 oyuncunun tamamı, artık
Panathinaikos için oynamayacak.
Yunanistan’daki
ekonomik kriz malum, ülke çok zor zamanlar geçirdi,geçiriyor ve geçirecek gibi.
Yunanistan’da herkesi etkileyen bu kriz, doğal olarak ülke basketboluna da
sıçradı. Ülkenin en büyük basketbol kulübü olan Panathinaikos da (Olympiacos
taraftarları kusura bakmasın) kadroda küçülmeye gitti.
2012 sezonuna
Fotsis,Nicholas’a veda edip, Saras-David Logan-Steven Smith eklemeleriyle giren
yeşiller yine de temel kadroyu elinde tutmuştu. Yıllardır Yunanistan Lig şampiyonluğunu
kazanan PAO, hem “Euroleague şampiyonu ünvanını elinde tutmak hem de ligi
tekrar kazanmak” hedefleriyle sezona başladı.
Euroleague’de final-four
yapan takım, ligde de finale ulaşacaktı. Pao’nun önündeki rakibin kim
olacağının ise ön izlenimi Yunanistan Kupası’nda görülmüştü. Olympiacos farklı öne
geçtiği maçta, son çeyrekte maçı PAO’ya vermesine rağmen ilerisi için rakibine
mesajı vermişti.
2012
İstanbul’da CSKA’ya karşı elinden geleni yapan Pao maçı kaybedip, teselli
ikramiyesi olarak gördüğü lig şampiyonluğuna odaklanıyordu. Euroleague’de top
16’dan sonra çıkışa geçen, daha doğrusu durdurulamayan Olympiacos lig
şampiyonluğunu da kazanarak sezonu duble ile kapatıyordu.
Şampiyonluğun
kaybedildiği akşam ise Panathianakoslu taraftarların aklında tek bir şey vardı:
Medyada dile getirilen “Obradoviç takımı bırakacak haberlerinin gerçeği”.
Çok iyi
hatırlıyorum, izlerken o an en büyük aşk fimlerinin seni seviyorum sahnesi
gibiydi.(http://www.youtube.com/watch?v=hqp5L84vZ-o&feature=share)
Kısa bir çeviri yapacak olursak, Obradoviç kalbim burada- kalmak
istiyorum demesine rağmen ,kulüpten ayrılmak zorunda kaldı. Oraya gelen
taraftarlar, ne PAO’nun çocuğu Zeljko demek için geldiler ne de Kocaman Gururumuzsun,
İmparatorsun demek için.
10 yıl boyunca
başarısız olunacak deseler, yine de Zeljko’nun kalmalarını isterlerdi. Burada
başarı odaklı bir birliktelikten söz etmiyoruz; gerçek bir bağlılık, gerçek bir
sevgiden bahsediyoruz. Bunlar olunca başarı da doğal olarak geliyor zaten.
Zeljko’nun
Giannakopoulos kardeşler ile takımın bütçesinde anlaşamadığı yüzünden
takımı bıraktığı söyleniyor ki yine söylenenlere göre 3 milyon euro gibi bir
fark varmış Obradoviçle yönetim arasında. Bu da ekonomik olarak durumun ciddiyetini
ortaya koyuyor, gerçek bir FEDA’dan söz ediyoruz burada. (AEK’nın küme
düşürüldüğü heralde olayın ciddiyetini anlatmak için yeterli)
Hikaye de
bir anlamda burada başladı. Domino taşı gibi Obradoviç ayrıldıktan sonra
oyuncularda birer birer ayrılmaya başladı. Avrupa’da ekonomik krizden
etkilenmeyen ülkeler olan Rusya ve Türkiye oyuncuların genel olarak tercih
ettiği yerlerdi.
En son ayrılık
haberi de 7 Ağustos’ta ,dün geldi.1984 yılının 7 Ağustos’un da dünyaya gelen
Stratos Perperoglou, yaş günü hediyesi olarak PAO’nun en büyük rakibine
transfer oluyordu. 4 yıl formasını giydiği Yeşiller’den,kırmızılara geçen
Perperoglou’nun ilk OAKA maçında onu doğuran annesiyle ilgili düşüncelerini
Gate 13’den dinleyeceğiz! Gemiyi terk etmeyen iki oyuncu ise Diamantidis ve
Tsartsaris.
Takımda koçtan
oyuncusuna kadar bir çok değişikliğe giden PAO elbette bundan sonra da başarılı
olacaktır, kupalar kazanacaktır ama şöyle geriye dönüp son 10 yıla baktığımızda
Avrupa basketboluna damga vurmuş bir kulübün bir anda böyle bir değişikliğe
mecbur kalması elbette üzücü.
2000 yılında
gelip 2012 yılında bıraktığı Panathianiskos’ta Zeljko, tam 5 defa Avrupa’nın en
büyük kupasını kazandı. Bu süreç içinde 2001-2002 ve 2011-2012 sezonları hariç
Yunanistan Ligi şampiyonluğunu kazanarak, lige adeta damgasını vurdu.
Günümüzden
geçmişe doğru gidecek olursak, bu sene Nba yıldızlarıyla dolu CSKA’ya karşı
oynadıkları oyunu hatırlıyoruz. Biraz şanssızlık, biraz son dakikadaki hakem
kararları ile kupaya veda ettiler ama sadece ilk çeyrekte yaptıkları bile
alkışa değer.
2011’de ise;
kendi evinde oynanacak Final Four’un en büyük şampiyonluk adayı
Barcelona’yı, hem de ev sahibi avantajı olmamasına rağmen top 8’de 3-1 ile
geçmeyi başardıklarını hatırlıyoruz. Nba’in yeni Avrupalı starı olarak
gösterilen Ricky Rubio’yu Nick Calathes ile bitiren Zeljko, Diamantidis’in
efsane performansıyla yine kupaya uzanıyordu.
2009-2010
sezonuna dönecek olursak, o sezon Euroleague’e top 16’da veda eden PAO, ”şampiyon
olduğu sezonun arkasında top 16’ya veda etme” gibi ilginç bir alışkanlık
kazanıyordu. 2008-2009’da ise; Berin’de oynanan Final Four’da önce en büyük
rakibi Olmypiacos’u geçen PAO, finalde de CSKA’yı geçerek yine kupaya
uzanıyordu.
Bir önceki
sezonu yine top 16’da noktalayan PAO’nun, 2007’yi yine Euroleague şampiyonu olarak
kapattığını hatırlatalım. 2005’te o aralar Avrupa’nın en iyisi Maccabi’ye karşı
oynadıkları oyun da hala akıllarda. Dedik ya unutulmayacak yıllar yaşadılar, yaşattılar.
2002 (İbrahim
Kutluay’dan hatırlayabiliriz) ve 2000 yıllarınıda Zeljko önderliğinde
şampiyon olarak noktalayan PAO’nun şu son 12 senesini - özellikle de 2005
sonrasını – anlatmak için,aldıkları kupaları yazmak
yetmez.Bodiroga’lar,Diamantidis’ler,Spanoulis’ler,Saraslar,Batiste’ler,rol
oyuncular da yetmez.
Hani
yaşaman lazım derler ya öyle seneler yaşattı PAO. Rakiplerinden her zaman saygı
gördüler, her zaman da o saygıyı hak ettiler.
Hani bazı
takımlar vardır hep hatırlanırlar, o takımlardan biri de PAO olacak hem de
2000-2012 arasında yaptıklarıyla. (Saras’a selamımızı gönderip,saygı da kusur
etmeyelim.)
Süreç biraz
uzun, gelen-giden oyuncu sayısı da biraz uzun ama olsun Horto Magiko’da
uzun. Nasıl televizyon başında Gate 13’e katılıp yıllarca beraber söylediysek,
o yılları da hep hatırlayıp söyleyeceğiz.(Yeni başlayanlara Horto Magiko http://www.youtube.com/watch?v=u0rMe2Vyb9E
)
Böyle güzel bir
oluşumu insan en azından 2-3 yıl daha,Diamantidis 35’ine gelene kadar izlemek
isterdi.Eminim rakipleri de böyle bir takımın bozulmasını değil,devam etmesini
isterdi ama artık gerçek şu ki Pao’da yeni bir devir başlıyor…
Gazeteler spor sayfalarını saçma sapan transfer haberleriyle
dolduracaklarına, gündeme göre böyle günlük işler yapabilirler. Moyes, İngiltere'de espri malzemesi olmaya devam ediyor.
Ligde zaten çok kötü durumdasınız, Fa Cup ve lig
kupasından elenmişsiniz, şampiyonlar liginden de eleneceksiniz. Elinizde
taraftarı mutlu etmek için tek maç var, ezeli rakibinizi kendi evinizde yenmek.
Manchester, Liverpool’u yenmek bir yanadursun, maçın başından sonuna kadar rezil bir
top oynayarak kendi sahasında Liverpool’a 3-0 kaybetti.
Bugünkü maç bize Manchester’ın bu sezonunun özetini
gösterdi. İnanılmaz derecede saygı kaybetmiş durumdalar. Bugün 2011 yılından
beri ilk kez Old Trafford’da rakip takıma penaltı çalındı. Premier Lig
tarihinde de sanırım ilk defa kendi sahalarında rakip takıma üç kez penaltı
çalındı. Tekrar yazıyorum üç penaltı. Çalınan son penaltı var ki tarifi
imkansız. Vidic, Sturridge’a kendini yere attığı için itiraz ederken hakem
Vidic’i ikinci sarıdan atıp penaltıyı çaldı. Hakikaten inanılmaz. İkinci
yarının başında fark ikiye çıktıktan sonra iyice dağılan Manu karşısında
Liverpool taraftarı Old Trafford’da 65.dakikada oley çekiyordu. Maçta Manu’ya
verilmeyen penaltı olduğunu da söyleyelim. Eskiden hakem hatalarıyla kazanan
tarafken, futbol dünyasına Fergie Time zamanlarını getiren kulüpken, bu sezon
sıradan bir takım muamelesi görüyor Manchester United. Manu’yu bu halde
göreceğimi rüyamda görsem inanmazdım.
David Moyes için söylenecek fazla söz yok, Manu
taraftarları maç bitiminde dakikalarca bağırdı “you will be sacked” diye. Liverpool’a gelirsek, Brendan Rodgers şahane takım
yaratmış. Suarez-Sturridge ikilisi ilerde birbirlerini çok iyi tamamlıyor. Bana
göre Gerrard kaptan önderliğinde bu sezonun takımı İngiltere’de Liverpool.
Savunmaları sıkıntı, orayı da hallederlerse seneye şampiyonluğun en büyük adaylarından
biri olurlar. Bu sezon için Man City ve Chelsea ile baş edemezler.
Old Trafford deplasmanında üç farklı galibiyet. Tek
kelimeyle mükemmel.
Haftaya cumartesi Chelsea ile oynanacak maçla
Arsenal’in başındaki 1000. maçına çıkacak Arsene Wenger’i the Guardian’dan David
Conn yazmış.
Yazısında Herbert Chapman’a selamı çakıp Chapman
dönemiyle Wenger dönemini kıyaslamış, Arsene Wenger’in kulübe getirdiklerini,
Wenger’in son dokuz yıldaki ‘başarısızlığını’ yazmış. Wenger’in ağzındanson yıllarda sıkça duyduğumuz bazı sözler de
yazının içerisinde var.
‘Başarısızlığın’ iki ana nedeni: Stadyumu inşa
etmenin maliyeti ve petrol zenginlerinin Premier Lig’e girmesi.
Premier ligi kazanma şansımızın az olduğunu bilerek
burada kalmayı kabul ettim. Amaşu anda
tekrar diğer kulüplerle kavga edip, büyük oyuncular alıp, şampiyonluğa
oynayacak pozisyondayız.
Bir gün geriye dönüp baktığımda, kesinlikle yaptığım
şeylerle gurur duyacağıma inanıyorum.
Dile kolay 18 yıl, 1000 maç. Biz seninle gurur
duyuyoruz hocam. Yürüyedur.
Euroleague,
basketbolda Avrupa’nın zirvesi. NBA play-offlarıyla beraber basketbolun en üst
seviyesi olarak tanımlanır ki bence Euroleague bir adım önde. Top 16 ile
beraber sertliğin, seviyenin bi’ tık yukarı çıkmasıyla daha güzel maçlar
izliyoruz.
Top
16 E grubunda ilk sıranın Barcelona’ya gideceği hemen hemen kesinleşti. Grupta
kalan yedi takımdan beş tanesi çeyrek final için şansını devam ettiriyor.
Önceki yazımda da söylemiştim, grubun sonundaki Laboral ve Anadolu Efes’in
alacağı sürpriz galibiyetler diğer takımların sıralamasını belirleyecek.
Laboral geçen hafta gidip Atina’da Panathinaikos’u yenerek, bir anda Yunan
takımını ilk dördün dışına attı. Panathinaikos’ta geçen hafta koç Pedoulakis’le
yollar ayrıldı. Giannakopoulos kardeşler neden böyle bir karar aldı anlamak
güç. Sene sonu için Katsikaris’in adı geçiyor ama Xavi Pascual bu sene de
Barcelona’da başarısız olursa Katsikaris’in yazın İspanya’ya gitme ihtimali var.
Panathinaikos bu hafta da grubun bir diğer etkisiz elemanı Anadolu Efes ile
İstanbul’da oynayacak. Türk-yunan milliyetçiliği, Anadolu Efes’in avrupadaki
500. Maçı olması gibi etkenlerle Efes tarafı hırslı olacaktır. Pana, İstanbul’dan
da eli boş dönerse çeyrek final hayallerine şimdiden veda etmek durumunda
kalacak.
Bu
akşamki Barcelona-Olympiacos maçı Euroleague’de haftanın maçı. Bir diğer Yunan
temsilcisi, son iki yılın şampiyonu Olympiacos’ta da işler iyi gitmiyor. Bu
akşam Spanoulis ve Printezis’den yoksun olarak maça çıkacaklar. Şu anda grupta
beşinci sırada bulunuyorlar. Pero Antic’in pazar günü twitterda yazdıkları
sonrası zan altında kalan Bartzokas için işler iyi gitmiyor. Her takımın
birbirine bu kadar yakın olduğu bu grupta, Olympiacos’un top 8 dışında kalması
sürpriz olmayabilir.
Grubun
en şanslı takımı Fenerbahçe Ülker. Dün çok zorlanmalarına rağmen aldıkları
Malaga galibiyeti ve Laboral’in Atina’dan çıkardığı Pana galibiyeti grupta
önlerini görmeleri açısından çok büyük önem taşıyor. Haftaya kesin kazanmaları
gereken bir Pana maçı var. Zeljko’nun OAKA’ya dönmesi açısından duygusal olarak
çok çok büyük bir maç olacağı kesin. Matematiksel değeri de bir o kadar büyük.
Milano’nun
ise dün deplasmanda aldığı Laboral galibiyeti onlar için çok önemliydi.
Evlerinde maç vermediler, haftaya Milano’da alacakları Anadolu Efes galibiyeti
onları çeyrek finale atacaktır.
Malaga
ise Joan Plaza hocamın önderliğinde dünkü maçı kazanabilseydi önemli bir avantaj
yakalayacaktı. Şu anda grupta üçüncü sıradalar ama üst üste evlerinde Barcelona
ve Olympiacos’la oynayacaklar. Bu maçlardan nasıl çıkacakları, gelecekleri için
belirleyici olacak. Eğer grupta Fenerbahçe Ülker’i geçebilirlerse, çeyrek final
yapabilirler.
Benim
grup için ilk dört tahminimde Malaga ve Panathinaikos dışarda kalıyor. Pana’nın
ilk dörde kalmasını çok istiyorum, umarım kalırlar ama işleri zor. Bu grupta
her şey olabilir. Bir diğer ihtimal ise grubun şu andaki sıralama ile bitmesi.
Bu durumda Olympiacos ve Panathinaikos’un ikisi birden top 8 yapamayacak. Bu
çok uzun zamandır görmediğimiz bir tablo. Euroleague’in son 10 yılına damga
vuran Yunanlıların, ikisinin birden son 8’e kalamama ihtimallerinin olması bile
çok ilginç. Bu grupta her maç çekişmeli, nefis oluyor. Tekrar yazıyorum,
Anadolu Efes ve Laboral’e dikkat. Grubun kaderini değiştirebilirler.
Euroleague’de
işler iyice kızıştı. 10. Haftanın oynandığı bu hafta, yine ilginç sonuçlara
sahne oldu. F grubunda kesin olan tek şey var, Maccabi Tel Aviv’in grubu üçüncü
sırada bitireceği. CSKA Moskova mı Real Madrid mi birinci olacak göreceğiz.
Birbirleriyle oynayacakları maçlar birinciyi belirler diye düşünürken, Real
Madrid dün Almanya’da Bayern Münih’e kaybetti. CSKA tarafından ise Teodosiç’in
dünkü maçta sakatlandığı haberi geldi. Durumu ciddi mi değil mi bilmiyorum.
CSKA Moskova’nın evinde Real Madrid’i on dört sayıyla yendiğini düşünürsek,
eğer ekstra bir mağlubiyet almazlarsa grubu ilk sırada bitirmek için
avantajlılar.
Dördüncü
sıra için Galatasaray, Kuban ve Bayern Münih çekişiyor. F grubunda kazan iyice
kaynıyor hatta alev alıyor. Bayern’in dün Real Madrid’i yenmesi Almanlar için ekstra
bir galibiyet oldu. Şu anda bir adım öne geçtiler ama kalan dört haftada CSKA
Moskova ve Maccabi maçları var, Galatasaray ve Kuban’a da deplasmana
gidecekler. Fikstür olarak dezavantajlılar ama direk rakipleri ile oynayıp kendi
kaderlerini kendileri belirleyecekler.
Galatasaray
açısından bugün top 8 hayallerine devam edip etmeyecekleri belli olacak. Kuban’ı
deplasmanda kesin yenmek zorundalar, haftaya da Bayern’i Abdi İpekçi’de yenmek
zorundalar. Bu akşam Kuban’dan çıkacak olumsuz bir sonuç çeyrek final
hayallerini bitirebilir. Banvit mağlubiyetinin takımı hırslandırıp, olumlu bir
şekilde bu akşamki maçı etkileyeceğini ümit edelim.
Kuban’ın
kendi sahasında Galatasaray ve Bayern’le oynayacak olması avantaj. Böyle hedef
maçlarda, iki taraf da hedefe odaklandığı için ev sahibi-deplasman farkı
hissedilmeyebilir ama Kuban seyirci desteğini de arkasına alırsa dördüncü
sıradan çeyrek finale kendisini atabilir.
Grubun
en önemli maçı bu akşam. Kuban deplasmanından umarım galibiyetle döneriz.
Bu hafta ülkedeki malum
olaylardan dolayı evde maç izlemeye zaman ayıramadığımdan, bütün maçların
sadece skorlarına bakabildim. Haftanın en güzel iki olayı Royal Halı
Gaziantep'in Eurochallenge'da final four'a kalması ve Aykon TED'in Eurocup'ta
çeyrek finale kalmasıydı.
Aykon TED ile Khimik Yuzhne arasında
Ukrayna'da oynanması gereken ilk maç, Ukrayna'daki olaylar yüzünden orada oynanmamış
ve İstanbul'da oynanmıştı. 4 sayıyla kaybettiği ilk maçın rövanşını 12 sayıyla
alıp, son 8'e adını yazdırdı Aykon TED. Başkentin göz önünde olan takımı
Türk Telekom, bu sene de her sene olduğu gibi yine bol sıfırlı paralarla kadro
kurup, yine sene sonu hüsran yaşayacaklar. Şu anda düşme potasının sadece bir
puan üzerindeler. Şehrin diğer takımı Aykon TED ise, şu anda Tofaş'la aynı
galibiyet-mağlubiyet sayısına sahip ve sekizinci sıradan play-off potasına
atmış kendini. Ercüment Sunter önderliğinde iyi mücadele ediyorlar. Kadroları
sınırlı, Eurocup'ta çeyrek finalde de Unicks Kazan'la eşleştiler. Turun
favorisi Kazan gibi ama Aykon TED turu geçmek için elinden geleni yapacaktır.
Royal Halı Gaziantep'e gelirsek,
Antep'te yendiği Tsmoki'yi deplasmanda da yenerek turu iki sıfıra getirip
final-four'a kalmış. Royal Halı Gaziantep, şehrin desteğini arkasına alıp
basketbolda büyüyebilir. Şehrin potansiyeli var. Kulüp de idari olarak
istikrarlı olursa Antep'in geleceği açık. Cem Akdağ ile başladıkları doğru
tercihlerde, istikrarlı olsalar uzun yıllar başarılı olabilirler. Jurij Zdovc'a
sahipler. Barış Ermiş hamlesi de etkisini gösteriyor. Final four'da da İtalyan
takımıyla eşleşmişler. Reggio Emilia ile 25 Nisan’da final için mücadele
edecekler. Yolları açık olsun.
Ülkeye bir Eurochallenge kupası
daha gelebilir. 2 yıl önce Beşiktaş Milangaz kupayı kazanmıştı. Gaziantep'in bu
başarısı, bi anlamda kupanın gerçek değerini de bize tekrar hatırlattı.
Gaziantep'in başarısıyla kıyaslamıyorum, final four gerçekten çok büyük bir
başarı Antep için ama o zamanlar Beşiktaş'ın neden eleştirildiğini de gözler
önüne seriyor bu tablo.
Ergin Ataman'ın önderliğinde,
Başbakan'ın fırçalayıp ağlattığı Demirörenler'in paralarıyla, Euroleague
bütçesi ve kalitesinde kurulan takım, Eurocup'ta daha ilk turda elenince haklı
olarak eleştirilmişti. Takımın Eurochallenge'ı alması başarıydı, kabul ediyorum
ülkeye her yıl bir avrupa kupası gelmiyor ama Eurochallenge'ın seviyesi de
belli.
Arsenal'de haftalardır işler iyi gitmiyor.
İngiltere'nin Danimarka ile oynadığı hazırlık maçında Jack Wilshere'in de
sakatlanmasıyla bundan sonraki bütün maçlarda merkezde Arteta-Flamini ikilisini
sabit olarak izleyeceğiz gibi. Ramsey-Kallstrom ikilisinin ne zaman dönecekleri
belli değil. Neyse, konumuz da o değil
zaten. Konumuz Arsenal ve FA Cup. Yıllardır kupa kazanamamakla dalga geçilen
Arsenal ve Arsene Wenger için, bu sezonun başlangıcındaki oyun, sene sonu
ellerde herhangi bir kupanın yükselebileceğine dair olumlu bir işaret vermişti.
Yaşanılan sakatlıklar sonrası bu kadronun Chelsea ve Man City ile
yarışamayacağı düşünülünce, şampiyonlar liginde de takım grubu ikinci sırada
tamamlayıp Bayern’le eşleşince, eldeki tek gerçekçi kupa FA Cup. Kupada da
Tottenham, Liverpool, Everton gibi takımlarla oynandığını hatırlatalım.
Maça gelirsek, Arsenalhızlı
başladığı maçta Cazorla’nın enfes vücut çalımı ve pası sonrası Mesut’un temiz
vuruşuyla skoru 1-0 yaptı. Kupa-eleme maçlarının en önemli özelliği buldun mu
atacaksın. Arsenal tempoyu arttırdığı, pozisyon bulduğu dakikalarda bir türlü
ikinci golü bulamadığı gibi, takım gol pozisyonundayken kaptırılan bir gol sonrası
kontra atakta golü kalesinde gördü. Yenilen gol ise Arsenal’in son yıllarının
özeti. Orta sahayı hızlı geçen-geçmesine izin verilen tüm takımlar Arsenal’e
karşı bir şekilde pozisyon buluyor. Nitekim Everton’ın beraberlik golü de
bunlardan biri. Yenilen golle ilgili bir iki cümle de Sagna’ya edelim. Geçen
sene kontratını uzatmama tehdidi savurduğu zamanlarda, Sagna’nın bavulunu
toplayıp gitmesi gerekiyordu takımdan. Savunmada iki yıldır çok kötü, tamam
takım olarak Arsenal çok kötü kabul ediyorum ama bireysel olarak yedirdiği gol
sayısı son iki yılda 20’den fazladır.
İkinci yarı ise Arsenal’in ikinci golüne kadar
kör dövüşü gibiydi. Arsenal’in savunmada yaptığı bireysel hatalarla Lukaku
pozisyonlar yarattı fakat gole çeviremedi. Hızlı gelişen bir pozisyonda Alex-Ox’un
bireysel çabası ve Gareth Barry’nin anlamsız müdahalesiyle Arsenal penaltı
kazandı. Hakemin iki kere attırdığı ve ikisini de Arteta’nın gole çevirdiği
dakika maçın kırılma anıydı. Golden sonra biraz Everton baskısı hisseden
Arsenal, Giroud’nun iki golüyle maçı 4-1 kazandı. Sagna son gollerde hücumda
yaptıklarıyla artı puan kazandı ama savunma kısmı saatli bomba. Her an
patlayabiliyor.
Son paragraf da Sanogo için. Fiziksel yapısı
itibariyle tam Arsene Wenger’in elinde pişip yıldız futbolcu haline gelebilecek
bir oyuncu. Giroud’nun Bayern maçı öncesi otelde basılma skandalı patlamasa bu
sene fazla süre alamayacaktı ki o maça kadar alamadı zaten. Önce Bayern maçında, sonra da
FA Cup’ta Liverpool maçında ilk 11 başladı Sanogo. Her iki maçta da bugünkü
maçta da sonuna kadar mücadele etti ama benim son zamanlarda gördüğüm en
heyecanlı, en sakar futbolcu olabilir. Top her ayağına geldiğinde panik
yapıyor, nereye koşu yapacağını bilemiyor. O da haklı, Giroud’nun olayı
patlamasa büyük ihtimal oynayamacağı seviyede maçlar oynuyor. Olsun. Pişecek.
Potansiyel var, sakin kalması, kendini geliştirmesi lazım.
Sonuç olarak yarı finaldeyiz. Yıllar sonra kupa
gelebilir. Man City dışında ciddi rakibimiz yok, onlar da yarın Wigan’la
oynayacak. Tek korkum 2011’deki Birmingham maçı gibi bir sonla bitmesi bu
kupanın. Umarım olmaz, 2014 Fa Cup şampiyonu biz oluruz.